Ford S-Max ile Bolu’da 48 Saat

İstanbul ve Ankara’da yaşıyorsak yeşile hasret kalıyoruz her büyükşehir yaşayanı gibi. Hele bir de çalışıyorsak 2 günlük haftasonu bizim için pek kıymetli oluyor. Bundan sebep haftasonu İzmir’in en sevilen yemek bloggerlarından @gurme_izmir ile ne yapsak diye düşünürken Ford S-Max’in direksiyonunu Bolu’ya kırdık. Sülüklügöl ile başlayan yolculuğum, Abant, Mudurnu ve Yedigöller  ile devam etti. Öncelikle benden size çok önemli bir tavsiye. Bolu’da doğa gezisi yapmadan önce her an her yerde piknik yapabilirmiş gibi hazırlık yapın. Piknik sepetiniz yanınızda olsun. Hadi gelin sizlere bu bol yeşil geçiren haftasonundan bahsedeyim biraz.

Sülüklügöl

İstanbul’dan Ankara yönünde otobanda giderken Akyazı’dan giriş yaptığım ve devamında Dokurcun mevkiinden saparak tabelalar yardımıyla ulaştığım bir yer Sülüklügöl. Sülüklügöl’ün son 10 km kısmı patika. Yol biraz kötü ama Sülüklügöl bu yüzden güzel zaten. Çünkü ulaşımı zor ve herkes gitmiyor. Hatta bazı kışlar karla kapandığında bu süreç daha da zorlaşıyor. 10 km yolculukta tepeye kadar vardım. Ve tek 1 betonun olmadığı koca bir göl gördüm. Sadece doğa başka hiçbir şey yok. Telefon çekmiyor, insan sesi yok, şehir gürültüsü yok. Bildiğin doğa ve ben dedim. Her neyse, hadi doyduk şimdi dönelim derken aracın lastiğinin patladığını farkettik. Aksilik bu ya. Telefon da çekmiyor. Ee yedek lastik de yok. Ne yapacağız derken, aracın sağ arka koltuğunda paspas altındaki bölümden aracı 10 km daha götürecek o müthiş icatla karşılaştım. Oh be! Dedirtti.  Bir tarafı aracın çakmak girişine diğeri lastiğe bağlıyorsun. Ortadaki makineye jel kapsülünü takıyorsun ve lastik basıncı gitgide yükseliyor. Yol bilgisayarından bakarken 7 10 13 derken basınç 32’ye geldi. Artık 10 km daha yolculuk yapabilirdik. Öyle de oldu. Beni telefonun çekebileceği, ilçe merkezine kadar ulaştırdı bu teknoloji. Sonrasında lastikçide yarım saat daha işlemi yaptırdık ve yola devam. Gerçekten sağolFord !

Abant

Sıradaki durak bu sene karın olmadığı Abant. Çevresinde kısa bir tur atarak, marketten alışverişinde topladığım sucuk, kola gibi keyif envanterimizle direkt bir mangal başının yanına geçtim. Bir yandan Abant sessizliği huzuru, diğer yandan sucuk kokusu. Hakikaten bu gezinin en güzel kısımlarından biriydi kesinlikle. Abant’ı karlı göremediysek de gayet hoş anılarla oradan da ayrıldık ve akşam konaklamamızı yapacağımız Mudurnu’ya doğru yol aldık.

Mudurnu

Mudurnu ne güzel yermiş yahu ! Çarşısı, esnafı, konakları, saat kulesi ile inanılmaz bir ilçe kesinlikle. 5100 nüfuslu bu ilçede kesinlikle eski bir konakta 1 gece konaklamanızı öneriyorum. Ben Mudurnu’nun en eski otellerinden Keyvanlar Konağı tercih ettim.  İçinde sediri olan, banyosu aynı Osmanlı zamanındaki gibi dolap içinde gömülü bir konak odasında tarihi bir yolculuk yaparcasına bir gece geçirdim. Yine sabahına teyzelerimin elinden gözlemeler, bazlamalar, reçeller de yenildikten sonra Mudurnu’da önce saat kulesine doğru sonra ilçe merkezine doğru keyifli bir tur yaptım. Her sokak bir tarih, her dükkan bir hatırayla dolu Mudurnu’da. Terzi, kaynakçı, bakırcı hepsinin özel bir hatırası var Mudurnu’da. Zaten dükkan önlerinde bulunan eskiden böyleydi dercesine duran nostalji fotoğrafları hoş bir duygu bırakıyor insanda.. Mudurnu’da çayımızı içip, sohbetimizi yaptıktan sonra bu sefer rota Yedigöller..

 

Yedigöller

S-Max ile yaptığım yolculukta benim en çok hoşuma giden yer Yedigöller oldu. İnanılmaz bir doğa. Ve zahmetli yolda aracın yol tutuşu ve min. sarsması kendimi emniyette hissettiğim bir yolculuk yapmamı sağladı. Yedigöller nasıl bir yer mi ? Hemen anlatayım.

Koca şehirlerde yaşayan bizlerin en büyük derdi beton savaşları olsa gerek. Evden işe, işten eve derken, hayat koşturmacası dediğimiz kelimenin dışına çıkamıyoruz bazen. Bu yüzden bir manzara fotoğrafı gördüğümüzde uzun uzun bakarız. Sizlere o manzaralardan birinden, Bolu Yedigöller’den kısaca bahsedeceğim.

İstanbul ve Ankara’dan 3’er saat mesafede olan bu güzelliğe doğru giderken, yolda anlıyorsun zaten seni nelerin beklediğini. Yavaş yavaş büyüsüne kapılıyorsun Yedigöller diyarının. Adını birbirlerine 100 metre uzaklıkta olan,  Büyükgöl, Deringöl, Seringöl, İncegöl, Nazlıgöl, Sazlıgöl ve Kurugöl’den alıyor.

Yedigöller’in kıymetlisi Büyükgöl, canlı alabalık yetiştirilmesi için damızlık olarak kullanılıyor. Hatta ilginç bir bilgi vermek istiyorum. Ülkemizde ilk alabalık üretme istasyonu 1969 yılında burada kurulmuş.

Bölgenin en önemli özelliklerinden birisi de, çok fazla bitki türüne ev sahipliği yapması. Kayın, meşe, kızılağaç, gürgen, titrek kavak, sarı çam, fındık, ıhlamır ağaçları gibi bir çok ağaç bulunuyor. Bu durum, ülkemizde bitkiler üzerine araştırma yapan uzmanlara da adres gösterir nitelikte.

Yedigöller’in bir diğer özelliği de, sahasında bulundurduğu 100 üzerindeki kuş türüdür. Sadece kuşlar yok tabi. Ayı, kurt, tilki, sincap, yabani ördek, tavşan ve geyik de bu manzaranın bir parçası. Aa geyik mi ?diye soranlara, bir de güzel haberim var. Yedigöller’de geyik üretme istasyonu bulunuyor. Dileyenler ziyaret edebilirler.

Yedigöller’i ziyaret için en uygun tarih, nisan ve kasım ayları arasındaki dönem. Özellikle mayıs ve eylül aylarında her renkten ağaç görebilirsiniz. Tam bir renk cümbüşü sunuyor ziyaretçilerine. Aralık ve mart arasında ise, Bolu-Yedigöller yolu karla kapanıyor. Bu yüzden Yeniçağa-Mengen üzerinden bölgeye gitmenizi öneririm.

Şimdi bu yazıyı okurken, yeşillik işte ağaç diyerek geçebilirsin. Ama önemli olan bu manzaranın bir parçası olman, içine dahil olman zaten. Bu yüzden ona uygun hareket etmelisin. Ben sana nasıl Yedigöller’de huzuru bulursun, mutlu olursun reçeteni yazıyorum. Sabah erkenden gideceksin bir kere. Kahvaltını yanında götüreceksin serileceksin bir ağaç altına. Demleyeceksin çayını. Bitti mi ? Hayır. Çadırını kuracaksın ertesi günü bekleyeceksin. Neden mi ? Dünyaya, kuş sesleriyle uyanmak için..

Yorumlar