Uyarıyorum ! Bu yazıyı okuduktan sonra, nerede benim eski kültürüm diye hayıflanabilir, uzaklara dalabilir, derin duygulara kapılabilirsin. Ama sonunda da başka nerede var böyle güzellik yahu diyerek finali güzel yapabilirsin. Geçtiğimiz haftasonu Safranbolu’yu biraz daha derinden öğrendim. Bir sürü yeni hikaye ve yaşanmışlığa şahit oldum iki gün de. Gel senle de paylaşayım. Ne dersin ?
Öncelikle Safranbolu-Kastamonu karayolunda Yörük Köyü’nden biraz bahsedeyim. Aslında köyün 650 yıllık olduğunu öğrenince ne hikayeler vardır burda yahu diye düşünmedim değil elbette. Bu arada, yörük ve köy nasıl yanyana gelmiş diyebilirsin. Haklısın. Göçebe toplum ilk kez burada duralım demiş ve yerleşik hayata geçmiş. Böylece Yörük Köyü’nün hikayesi başlamış.
Yörük Köyü’nden notlar..
- 138 hane var şuan da.
- Köyün meydanı Çökon Meydanı. Bu meydanda Leyla Gencer’in doğduğu ev ve önünde de büstü bulunuyor.
- Köyde her evin çatısında boynuz olur. Bunun iki anlamı var. Biri o yaşanılan eve uğur getirmesi, diğeri ise evde avcı var haberin olsun demek.
- Sipahioğullarının 8.kuşak bireyi Ali Bey hala köyde yaşıyor. Dileyene rehberlik yapabilir, köyü anlatabilir.
- Köyde bir ev 250 sene yaşıyor.
- Köyün bir ayağı her zaman İstanbul olmuş. Sebebi ise, köyün erkekleri İstanbul’a gider para kazanır, bunları da memleketlerine gönderirmiş. Köyün İstanbul sevgisi o kadar ağır ki, her evin bir odasında İstanbul fotoğrafı olurmuş.
- Her ağustos ayı sonunda bir eğlence olur. Bu eğlenceyi kim karşılarsan. Köyün ağası o olurmuş. Fotoğrafı da çamaşırhanede köyün ağaları köşesinde sergilenirmiş. Bu çok enteresan gerçekten. Bu arada, ağaların neredeyse çoğu kadın.
Konak odalarının hikayesi bol olur.
Yörük Köyünü köy yapan elbette evler. Burada Sipahioğulları Konağını gezerken Filiz Hanım teyzemizden neler duyduk neler. Bu köye gidince kendisini buun zaten hoş sohbeti, bol kahkahası ile seyahatinize bol keyif katacak emin olun. Ha buarada uyaralım. Eli de ağır. Malum anadolu kadını kendileri.. Peki bu köy evinin özellikleri neler ? Valla eğri oturup doğru konuşalım. Bu odaya girene kadar böyle şeyler duyacağımı hiç düşünmemiştim. İnanılmaz etkilendim. Şimdi sıra sizde hazır mısın ? Hazırım dediğini farzediyorum.
- Bu evler restore edilmez asla.Çünkü hissedarı çok fazla.
- Bu evler 250 sene yaşarmış.
- Her bireyin olduğu salon denilen odada cam küre olur. Bu cam küre herkesi gösteren bir ayne görevi güdüyor. Ayrıca, gündüz ışığı gece ise ay ışığını odaya vererek aydınlık bir oda sağlıyor.
- Odada 4 adet kanca olur. Bunlar odanın 4 tavan köşesinde. Kanca deyip geçme, bunun iki anlamı var. Biri, çocukları sallamak için ip geçirilerek beşik kurulması. Diğeri ise, gelinlik çağında olan kızın çeyizi burada sergilenirmiş efendim.
- 1394 yılında bu köyün kurulduğu düşünülüyor.
- Hiç bir ev diğer bir evin penceresini kapatmıyor. Her evin güneş görmeye hakkı var düşüncesi hakimmiş zamanında.
- Odalar da, göz olarak kullanmak amacıyla çok fazla oyma var.
- Her oda bir yaşam olduğu için mahrem de önemli elbette. Bu sebeple odaların kapısı tam açılmıyor. Bir yerden sonra tokmakla engellenirmiş.
- Geniş ağaç kullanırsan ev yapımında, zengin itibarı görürmüşsün.
- Ortada sıcaklığı sağlayan bir mangal konulması olmazsa olmaz.
- Duvarlarda 3 vazo resmi çizilirmiş. Bunların anlamı, Allah, Muhammed, Ali.
- 4 Kapılı göz olurmuş. Tabi ki bir anlamı var. 4 kapı 4 makam demek.
- Duvarlarda kavun karpuz gibi figürler olurmuş. Hayvan figürleri genelde Hristiyanlıkta olduğu için. İslam’da sadece meyve çiçek figürleri kullanılırmış.
- Vernik asla kullanılmaz.
- Ağaçların sarı çam olması şartmış ev yaparken.
- Odalarda İstanbul resmi her zaman var olur. Bunun sebebi, beyleri İstanbul’da çalışan kadınların hatırlayacağı bir detay.
- Ayna üzerine bez örtülürmüş. Yoksa o ev her zaman uğursuz olarak bilinirmiş.
- Banyo diye bir şey yok. Odanın gözünde bir bölüm var oraya girer kadın kocasını yıkarmış.
Çamaşırhane deyip geçmemek lazım gerçekten.
Köyün dışında her zaman bir çamaşırhane olurmuş. Yok öyle ayrı gayrı çamaşır yıkamak. Bu çamaşırhane’de genelde su kaynağı nereye yakınsa orada olurmuş ki, suyu bol kullanalım heba olmasın diyeymiş.
- Çamaşırlar dövülerek yıkanıyor.
- Deterjan elbette yok. Bu sebeple kendi çözümlerini bulmuşlar. Bitkisel bir madde ile yıkarlarmış.
- Dar ve geniş bayanlar için hatta uzun ve kısa boylu bayanlar için ayrı ayrı bölgeler varmış taş göbeğinde. Herkes kendi yerinde yıkarmış çamaşırını.
- Su giderlerinin tahliyesi için tek cephe açıkmış. Su buradan tarlaya gidermiş. Bitkiler de yıkanırmış. Toprağın bereketi de buradan gelirmiş.
- Eee kocaları kadınları yıkıyor. Peki kadınları ? Tabi ki kocaları değil. Çamaşır bitince kadınlar birbirlerini yıkarmış, kapıya da köyün en yaşlı kadınını koyarlarmış nöbet tutsun diye.
Efendim Yörük Köyü böyle işte.. Bir dünya hikayeyle dolu.. Bu seyahatimde ayrıca 3 atasözünün nereden çıktığını da öğrenmiş oldum efendim. Genelde peşine düşmeyiz bir sözün ama meğer ne güzel anlamları varmış. Böyle sizin de çok kullandığınız sözler varsa, temelini bir araştırın derim.
Pabucu dama atılmak : Bir esnafın yaptığı ayakkabının dama atılması o usta için en büyük ayıp olup meslekteki şeref ve itibarını sıfırlar ve müşterisinin azalmasına yol açarmış. Pabuç dama atılınca artık o meslekten zor ekmek yiyeceği anlamına gelirmiş. Bu yüzden işini kaliteli yapmak isteyenler arasında kıyasıya bir yarış varmış.
Komşu komşunun külüne muhtaç : Bakırcı ustaları ocakta biriken külleri atmayıp, kalaycı komşularına verirmiş. Bu sebeple komşu komşunun külüne muhtaçmış.
Tabakhane b.k yetiştirmek : Köpeğin dışkısı her zaman deri işiyle uğraşan ayakkabıcıların, yemenicilerin tercih ettiği bir şey olmuş. Bu sebeple, dışkı toplayıcılar varmış zamanında. Köpekler sokakta bıraktığı gibi, koşar tabakhaneye yetişririrlermiş. Bu sebeple de, bu söz çıkmış.